top of page

YAZ YAKLAŞIRKEN TATİL PLANLARI...




Değerli Dostlar,


Günlük hayat devam ederken bahar günleri hepimizin tatil isteğini her yıl olduğu gibi yeniden canlandırdı.


İnsan düşünmeden edemiyor modern zamanlar öncesi insanoğlu bu isteğini nasıl karşılıyordu?

Ya da böyle bir isteği yok muydu?


Herhalde sanayinin gelişmesiyle ve mesai saatleriyle hayatımıza girdi tatil kavramı.

İşyerlerine, fabrikalara, bankalara, bürolara kapandıkça insanoğlu özgürlüğünü kaybettiğini hissetmeye başladı.


İnsan nasıl oldu da gönül rızasıyla, severek ekmeğini helalinden kazanırken, işini aşkla yaparken sürekli şikayet eder, mızmızlanır, yorulur ve yıl boyunca çalışarak elde ettiğini zannettiği bir haftalık tatilin peşine düşer oldu?


Tüm yıl koşturacak, yorulacak, kazanacak, kazandığından tasarruf edecek ve bu tasarrufuyla bir hafta on gün bilemedin on beş gün gibi kısıtlı zamanda dinlenecek ve yenilenecekti.


Turizmciler buna rekreasyon diyor ecnebi lisanında.

Aslında yeniden yaratım demek oluyor ya, aciz yanımızla haşa yarattık da, bir de tekrar yaratıyoruz.

Biz yenilenme diye çevirelim.


Bir yılda eskidik, yıprandık şöyle güzel bir tatil yapalım da kendimize gelelim.

Beynimiz de ve vücudumuz da dinlensin deriz.

Ya da içeriden böyle fısıldar meşhur suflörümüz yaz başlangıcında.

Ona anlatacak mevzu lazım.

Nereye gitti, ne gördü, ne yedi, ne içti, neye bindi, anlatacak yetmez anında gösterecek.


Derken işe güce, zamana, şartlara ve tabi ki her bakışa göre tatil planları başlar,

Aslında seçenek çokmuş gibi görünür de bazısını seçmek durumunda olduğumuz kartları olan bir oyunun içine düştüğümüzü bir süre sonra anlarız.


Öncelikle yaz tatili adı üstünde, deniz kıyıları, plajlar, tatil köyleri çağırır bizi.

Gündüz deniz keyfi akşam keyfe keder eğlence mekanları vesaire.


Kimisi bana sadece bu yetmez der, gezmem görmem keşfetmem de lazım.

Tanımam lazım öncelikle ülkemi sonra başka ülkeleri, kültürleri, insanları.


Kimimizin hayalini yıl boyu ultra lüks bir tatil köyü süsler, kimimiz keşfedeceği beldelerin ya da yeni ülkelerin çağrısını duyar içinde.

Yazlık evimiz de vardır belki ama iki sezondan sonra kabak tadı verir. Komşunun mangal dumanı bir diğerinin müzik sesi, çocuğun ağlaması derken tadımız kaçar.


Kimimiz de de özgür ruhunun sesini dinler, kafa nereye ben oraya der ki İnsanoğlu genellikle sağlamcıdır.

O günkü iaşemiz, kalacak yerimiz, konforumuz tatil planları yaparken baskın çıkar ve işi şansa bırakmaz, hemen bir profesyonel elden yardım almak isteriz.


Hasılı vakit sınırlıdır ve bitecektir ve aynı kravatlar yine takılacak, aynı trafiğe tekrar çıkılacak, aynı işyerine tekrar gidilecektir.


Vakit boşa harcanmamalı ve tatil anlamını ayrıca yorularak kaybetmemelidir.


Bunun için de tatil planlayıcılar ve uygulayıcılar devreye girer.


Bizlerin bu kısıtlı zamanı en iyi geçirmemiz ve memnun olmamız için cansiperane mücadele eden neferlerdir turizmciler.

Otelinden acentesine, aşçısından, garsonuna, rehberinden, şoförüne herkes yazın sıcağında biz bir haftalığına mutluluk illüzyonu yaşayalım diye mücadele verir.

Biz de yıllık izinde olduğumuz için en az beğenir, en mızmız, en olmadığımız , en samimiyetsiz tavrımızı takınırız. Yıl boyu işe giderken, otobüste trende balık istifi yolculuk ederken, tabi ki insan tatilde şöyle krallar gibi ağırlanmak, el bebek gül bebek karşılanmak, tabi azıcık da pohpohlanmak ister.



İşte dostlar kısaca durumumuz bu.


Kim ne derse desin düşük gelirli ya da zengin, memur ya da işçi, köylü ya da şehirli, üç aşağı beş yukarı hikayemiz budur.


Tabi ki bu hikaye çok eski değil.


Öncesinde çalışma ve dinlenme hepsi bir aradaydı.

Çalışıyor, ekmeğimizi kazanıyor, içinde yaşadığımız toplumun inançlarına göre inancımızın gereklerini yerine getiriyor, bayramlarımızı kutluyorduk.


Tabi ki böylesine geniş bir organizasyonun olmadığı zamanlardan bahsediyorum.

insanların tarım, hayvancılık, askerlik, küçük ölçekli üretim ve esnaflık yaptığı dönemlerden.

Yok yok Göbeklitepe'ye kadar gitmeyin, bir iki yüzyıl kâfi.


Şimdi birileri çıkıp diyecektir ki o zamanlar insanların hiç dinlenmeye ihtiyacı yok muydu?

Varsa bile herhalde mutluluğun resmi bugünkü gibi çizilmemişti.


Yaşadığımız çağda hepimizin zannında mutlu olma şartları var.

Kanun hükmünde kararname gibi.


Evin olacak, araban olacak, yılda en az bir kez tatil yapacaksın, Çocukların iyi okullarda okuyacak,

iyi bir işte çalışacaksın ya da kendi işinin patronu olacaksın, gerekirse ülkeni, doğduğun toprakları geride bırakıp, bu şartları daha kolay elde edebileceğin bir ülkeye göç edeceksin vesaire, vesaire...


Tatilden çıktık bakın nerelere geldik?


Peki ya tatil de mi yapmayalım.

Yapalım tabi.

Hem de en güzel tatilleri yapalım.

En güzel otellerde, gemilerde, en güzel tatil köylerinde.

Lakin tüm bunları mutlu olmak için yapmayalım.


Yani mutluluğun şartı bunlar değil.


Tıpkı bir ev, araba ya da yazlık sahibi olmak, iyi bir gelire, saygınlığa, kariyere sahip olmak olmadığı gibi.


Mutlu insan mutluluğu kalbinde taşır.


Mutluluğu kartvizitinde, kariyerinde, bindiği arabada, sahip olduğunu sandıklarında,

yaptığı tatilde, gezdiği şehir ve seyahat ettiği ülke sayısında ve tabi ki cüzdanında taşıyanlar kalplerinde mutluluk yerine sabun köpüğü taşıdıklarını er geç anlayacaklar.


Mutlu olmanın yolunun mutlu etmekten geçtiğini er ya da geç anlayacağız.


O zaman işte tatil bizim tatilimiz.


Bayram bizim bayramımız.


Sen de iyice mandıra filozofuna bağladın diyenlere ;

Çuvaldız önce kendime.

Unutmamak için bol tekrar etmekte hayır var.


Ne demiş eskiler?


Tekrar-ü Ahsen velev ki yüz seksen.

Tekrar iyidir.

Yüz seksen kere bile olsa...


Kalın sağlıcakla...



Not: Ben tatil planını yaptım bu arada :) :) :)





47 views2 comments
Post: Blog2_Post
bottom of page