DEĞERLİ DOSTLAR
Beş yüzyıla yakın bir süre sınırlarımız içinde kalmış,
Balkanların giriş kapısı,
Avrupa Birliği'nin pek de istenmeyen garip çocuğundan
bahsedeceğiz bugün.
Bulgaristan ve onun başkenti Sofya'dan.
Sofya, Aya Sofya'dan aşina olduğumuz ismiyle ve Türkçesiyle İlahi Bilgelik olan
güzel ve eski şehir.
Milattan önce 8. ve 7. yüzyıllarda Trak şehri Serdika.
Milattan sonra 8. yüzyılda Kurum Han zamanında aldığı isimle Sredets.
İlk Bulgar Krallığının kurucusu Kurum Hanla ilgili pek çok kayıt, araştırma, tarih tezi var.
İsteyen bakar araştırır lakin hem ilk krallıkta hem de İkincisinde gördüğüm en ilginç taraf
Bu topluluğun bir avuç fedai öncülüğünde zamanın siyasi otoritelerine kök söktürdükleridir.
Gerek Kurum Hanın Doğu Roma İmparatoru Nikoforos karşısında kazandığı zaferler,
gerekse Ivan Asen ve kardeşi deli Petro'nun Haçlı orduları karşısındaki mücadeleleri
bu topluluğun ele avuca pek de sığmadıklarını tarihi kanıtlarıdır.
Tamamıyla özgün bir şehir Sofya.
Kimliği ve kişiliği olan, tarihiyle gurur duyan,
doğu ile batının kavşağında, kendi ritmi ve rengi olan bir şehir.
Türk hakimiyeti altında yaşadığı yıllarda da tüm Balkanlar gibi kendi özgünlüğünü,
kendi açılımlarını, kendi çizgisini hep korumuş.
Sofya, Sophie bilgelik bu şehre de damgasını vurmuş Roma'dan beri.
Kutsal Bilgeliğe adanan kiliselerinden birini de Roma bu şehirde inşa etmiş.
Yüzlerce sene bu kimliğini sürdürmüş.
19. yüzyılın sonunda bağımsızlığını kazandıktan sonra da kendi yapılarını inşa etmeye başlamış.
Bunun en belirgin örneklerinden birisi de şehrin merkezindeki sembol yapı,
Alexandre Nevski Kilisesi.
Aynı meydanda hem bir kilise, hem bir Osmanlı Camisi, hem bir sinagog görmek ,
bu şehrin çok kültürlü yaşamının en güzel örneği.
Tabi bir de İkinci Dünya Savaşının sonrasına neredeyse bir elli yıla damgasını vuran komünist dönemi görüyoruz.
Bu ekonomik, kültürel, dinsel ve toplumsal çeşitlilik her açıdan bu bilgeliği beslemiş.
Bulgarlar küçük de olsa özgün bir topluluk olmuş son bin yıldır.
Savaşçı, neşeli, feodal, bir avuç olsa da özgüveni yüksek.
Romalıların , Türklerin ve sonrasında Rusların ekonomik ve toplumsal olarak,
etkisi altında kalsalar da, kendi renklerini hep katmışlar bu coğrafyaya.
Sofya sokaklarında dolaşırken bu rengi hissetmemek mümkün değil.
Adımladığınız her cadde, girdiğiniz her sokak,
gölgesine sığındığınız her ağaç bu renkli tarihin tanıklığını yapıyor.
Sofya nereden baksanız ben bir başkentim diyen bir şehir.
Her ne kadar Avrupa Birliğine uyum sürecinin zorluklarını yaşasa da,
nüfusunun en genç ve en kaliteli kısmını Avrupa'ya kaptırsa da
renk cümbüşünden bir şey kaybetmemiş.
Trakya neşesi Romanlar, Bulgarlar ile uyum sürecini tamamlamış Türkler,
ve bilgeliklerini ve tarih boyunca kurdukları Krallıklarından gelen gururu hala yaşayan Bulgarlar.
Sofya sokaklarında hepsini görüyorsunuz.
Aslan heykelleriyle gücünü ve kudretli günlerini hafızasında tutan bir şehir Sofya.
Komünist döneminden kalma turuncu tramvayları biz hala buradayız
bir yere gitmedik der gibi Sofya caddelerindeki görevlerine devam ediyorlar.
Sofya en az bin yılı bağrında taşıyor renkleriyle, tarihiyle, kültürüyle.
Kesinlikle sıradan bir şehir değil Sofya.
Aslında hiçbir şehir sıradan değildir.
Sıradan yönleri olmakla beraber her şehrin özgün tarafları mutlaka vardır.
Sıradanlığı değil özgünlüğü gören bir bakış ve farkları ortaya çıkaran bir göz lazımdır
her şeyden önce.
Yani diyeceğim dostlar hepimiz bir şehre girerken
kendimizden bir şey götürürüz.
Götürdüklerimizin başında da bu bakış vardır.
Bu bakış bize özgüdür ve özgünlüğü ortaya çıkarma ve yakalama bakışıdır.
Bu bakış bizim olmazsa olmazımızdır.
Bu bakış bizim ayırıcı değil, birleştirici, eşitleyici, dengeleyici bakışımızdır.
Ki gittiğimiz yere bu bakışla gidersek egonun tarihi tuzaklarına düşmeden,
şehirlerin şekillerinde ve renklerinde kaybolmadan,
onların eşsiz güzelliği ve uyumunu ahenkle birlediğimiz, birleştirdiğimiz bakıştır.
Sofya'ya da bu bakışla baktığımızda, bilgeliği ile öne çıkan
halklarını kendilerini koruma biliciyle donatan bilge ve cesur kralları görürüz.
Bu bakışla baktığımızda yüzlerce hatta binlerce sene aynı coğrafyada
barış içinde bir arada yaşayan, Musevileri, Hristiyanları, Müslümanları,
Bektaşi babalarını, dedelerini,
manastırlarda ömürlerini İsa Peygamber'e adamış keşişleri,
Alışverişte birbirine incitmeden yaşayan farklı cemaatleri bir arada görürüz.
Bu bakış bizim zenginliğimizdir.
Bu bilgelikle ve bu bakışla zenginleşen kentleri ve insanları görebilen yine bu bakıştır.
Gayrısı ne görür bakınca ,
Birbirini ezen halklar görür, zulüm görür, yıkım görür.
Güzele güzel bakan güzel görür.
Sofya bizim gözümüzde
Bilgeler, cesur krallar ve hoşgörü şehridir.
Siz siz olun gittiğiniz her yere bu bakışı götürün.
Özgünlük ve özgürlük bu bakıştadır.
Bilge şehirleri bilge,
cesur kralları cesur yapan,
Halkları binlerce yıl bir arada tutan
ve barış içinde yaşatan da yine bu bakıştır.
Commentaires